2024 – Doğa ve sanat

Karagöz Sanatevi duyurusu

2024 Nimri Kullukları Sanat Projesi’nin konuk sanatçısı Marc Pedoux AB-I HAYAT isimli heykelini gerçekleştirmek için Keban’ın Nimri Köyü’ne geliyor.

Karagöz Sanatevi tarafından yürütülen, Nimri Kullukları Sanat Projesi için Fransa’da « Doğa ve Sanat » akımının öncülerinden heykeltıraş Marc Pedoux Türkiye’ye geliyor.

Önümüzdeki 7 Mayıs ve 21 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan « Doğa ve Sanat » içerikli 2024 Nimri Kullukları Sanat Projesinin ana teması « su » olarak belirlendi. Bu kapsamda Nimri Köyü girişindeki Kazım Hasan Bademliği’nde su çıkarılacak ve sanatçı Marc Pedoux alanda kulluklardan esinlenen bir heykel yaratacak.

Kazım Hasan Bademliğinin bulunduğu bölgede, toprak ve badem ağaçları tarihte ilk kez su ile buluşacak.

Marc Pedoux’nun suyun gelişini kutlamak için yaratacağı heykelin ve kuyunun ismi « Ab-ı Hayat » olacak.

Suyun yeraltının derinliklerinden yeryüzüne çıkmasında İmpo Motor Pompa kullanılıyor.

Mutluluğun heykeli Ab-ı Hayat’ın yapımında Keban Kaymakamlığı değerli desteğini veriyor.

Elazığ’ın ünlü Alacakaya mermeri ile Nimri doğal taşları Ab-ı Hayat heykelinin gövdesinde bütünleşecekler.

Sanatçınin Türkiye’de bulunduğu süre içerisinde, Elazığ Fırat Üniversitesi Mimarlik Fakültesi Marc Pedoux ile « Doğa ve Sanat » konulu bir söyleşi düzenliyor.

2016 yılında başlayan Nimri Kullukları Sanat Projesine ilk kez uluslararası bir heykeltıraş katılarak, eserini armağan olarak Nimri Köyü’nde doğaya bırakacak.

2024 projemizin gerçekleşmesine katkı sunan ; Marc Pedoux’ya,  Keban Kaymakamlığına, İmpo Motor Pompa’ya  ve Alacakaya Mermer’e, bir Anadolu köyünde sanata verdikleri destek için teşekkür ediyoruz.

Karagöz Sanatevi

Kenan Öztürk

Kendi anlatımından Marc Pedoux’yu tanıyalım

HEYKELTIRAŞ  MARC PEDOUX

http:/marc.pedoux.free.fr

SANAT YAKLAŞIMI, SUNUM VE EVRİM

Çağdaş heykel –  Doğada kurulum

Sanat yaşamım, 1967’de Ardèche platosunda taş, ahşap ve köpük mimarileri yarattığım ilk enstalasyon deneyimimden, şu anki araştırmalarıma kadar giden uzun bir yoldur.

1966’dan 1971’e kadar,  Güzel Sanatlar’daki akademik eğitimim sırasında, gerçek boyutunda olan taş ve ahşap yontmayı, modellemeyi, gravürü, fotoğrafçılığı öğrendim.

Formun ve malzemenin bloktan ortaya çıktığı gerçek boyutlu yontma tekniği ile heykele başladım. Süreç içinde heykelimi geliştirdim. Heykelsi nesneyi parçalayıp alana yayarak, peyzajda unsurlar yaratıyorum. Böylece eseler alanda çevresel bir enstalasyona dönüşüyor.

Doğadan topladığım heykelimsi nesneleri daha sonra dönüştürüp “Land Art” eserleri olarak, peyzajdaki yerlerine koyuyorum.

1976 yılından itibaren doğaya döndüm ve orada kendine ait bir yaşamı, bir deneyimi, bir gücü olan şekillendirilmiş, aşındırılmış malzemeleri aradım.

1978’de, yaratımlarım için düzenlediğim, üzerinde etkileyici şekiller olan taşları kullanmaya başladım.

1985’ten beri Bonsai (Saksıda yetişen ağaç) sanatıylada uğraşıyorum. Doğa tarafından yontulmuş, aşınmış taşları keşfetmek ve bunları su ya da kumla dolu kaideler veya tepsiler üzerinde sunmaktan oluşan Suiseki sanatı için peyzaj taşları topluyor ve araştırıyorum. Bu iki disiplin, meditasyon alanları ve taş bahçeler üzerine yaptığım araştırmalarla doğrudan ilişkilidir.

1980’lerde terkedilmiş fabrika ve endüstriyel alanların fotoğraflarını çektim ve “Arsenal” adlı bir video yaptım. Bu geçici işleri sergilerde sunmak için arazi sanatı enstalasyonlarımı fotoğrafladım.

1989’dan itibaren sergiler ve Sanat Doğa etkinlikleri için metal ya da ahşap çubuklar üzerinde çakıl taşları kullanarak, doğada enstalasyonlar yaptım (yükseltilmiş “cairns” serisi – Kulluk). Ayrıca bitkileri de eserlerime dahil ediyorum (“uçan nehirler” enstalasyon serisi). Sahada bulunan taşları kullanarak piramit, koni veya sütun şeklinde basit güzergâh işaretleri inşa ediyorum (“cairns” – Kulluk  sergisi)…

2000 yılından bu yana ağaçları, dalları, hasır tekniğini ve toprağı kullanarak hacimler ve mimariler yaratıyorum.

Yaratımlarım, heykellerim ve enstalasyonlarım; arazi sanatı ve doğa sanatından, arte povera’ya (1) ve minimal ve kavramsal sanat deneylerine kadar 20. yüzyıl sanat akımlarının bir parçasıdır.

2004 yılından bu yana etkinlikler için, bir tripod tarafından desteklenen, rüzgârda sallanan bir bambu direkten oluşan mobil işaretler yapıyorum. Bu direk bir bayrak, bir afiş veya basılı bir yelkenle uzatılıyor.

SANATSAL YAKLAŞIMIM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Benim sanat çizgim Land Art akımı olarak bilinen arazi sanatına yakındır. Heykellerim kendi seçtiğim bir payzajda yer alıyorlar.

Yaratım yapan biri olarak çalışmam, çevreyi sembolik ve şiirsel yönüyle ifade eder. Aynı zamanda sanatın varoluş nedenini de sorgular.

Amaçlarım; bir sembol olarak doğa, ekolojik sanattır

İnsan ve doğa tarihini hatırlamak ve temel kültürel değerlerin ifadesinde peyzajın asli önemini yeniden teyit etmektir.

Sanatsal çalışmayı mekâna özgü bir duruma yerleştirerek çevremizi yeniden eğitmek, insanları diğer algı düzeylerine müdahale etmeye, izleyici tutumlarını (ekoloji, sürdürülebilir kalkınma, politika vb.) geride bırakarak, katılımcı olmaya teşvik etmektir.

İnsanın dış dünya ile arasındaki ilişkiyi göstermek ve toplumlumlarımızda sanatsal bir jestin anlamını ölçmek için insan faliyetlerinin izlerini araştırmaktır.

Çağdaş sanat ve çevre sanatını keşfetmek

Müze dışındaki alanları kapsayan proje ve yaratımlarım, insan ve dünya arasında uzlaşma için alanları doğurmaya, doğa ve kültür arasındaki uyumu yeniden kurmaya odaklanıyor.

Heykel uygulamasında;  alanın yaratımı, çevrenin inşası ve doğa ölçeğinde biçimlendirme konularında önemli gelişmeler oldu.

Sanatımda heykel; kapalı alanlarda « görülecek bir nesne » olmaktan çıkıp « yaşanacak bir alan »ın öğesine dönüşür. Bakılmak için yapılan sanat nesnesi; kapalı alanı terkeder, doğa ile buluşur.. Benim gibi günümüz sanatçılarından bazılarının kaygısı müzelerde yer almak değildir. Bu anlayışın sahneye çıkması, müzenin kültürel yalnızlığının izolasyonunu kırma ve sanatın geniş bir kitleye ulaşma ihtiyacıyla aynı zamana denk geliyor.

Sanatçı, halk ile iletişim kurmak için « sanat etiketi » olarak verilen rütbeleri bir yana atıp, insanları bulundukları yerde aramak gerektiğini duyuyor.

Enstalasyon, kaidesine hapsedilmiş heykelin geleneksel alanının ötesine geçerek, başka gerçekliklerin ifadesine izin veren, farklı bir tür fiziksel ve ruhsal katılım talep eden bir hareketi temsil ediyor.

Kent parkları, sanat parkurları, doğa parkları vb. alanlar için kamunun sanatçıya verdiği siparişler, günümüz sanatçısını alışılmış mekânlardan çıkarıyor.  Bu yeni alanlarda sanatçının kendisi ve eserleri farklı bir çevre ile yüz yüze geliyor.  

Sanatçı topluma daha yakından bağlı olduğunda, eserleri daha büyük bir etkiye sahip oluyor. Bir kültürel alanın, insanlık mirasının ya da oyun alanının parçası olarak geniş bir kitleye hitap edebiliyor.

Bu sanat eserleri insanları bir araya getiriyor ve sosyal ilişkileri oluşturmak için gerekli somut bağların kurulmasına olanak veriyor.

Son olarak, sanat ile doğayı buluşturmak, halkın bu iki değere sahip çıkmalarını ve onlara yeni bir gözle bakmalarını sağlıyor.

Not.(1) Arte povera, 1960 ile 1970’li yıllar arasında etkisini gösteren bir İtalyan sanat hareketidir. Arte povera, İtalyanca’da ‘Yoksul sanat’ ya da ‘Yoksullaştırılmış sanat’ anlamlarına gelmektedir. Arte poveranın amaçlarından biri o dönem yaygınlaşmış galeri – müze sistemine de karşı çıkmaktı. Bu hareket, sanatçılara malzeme kısıtlaması olmaksızın kendilerini ifade etme olanağı sağladı. Sergilenen eserlerin ortaya çıkışında basit ve günlük malzemelerin kullanılıyor olması, sanatçının eseriyle bağ kurmasını kolaylaştırmış oldu.